25 Aralık 2010 Cumartesi

de ki: ona küçük sürprizler yapmayan bizden değildir.


23 Aralık 2010 Perşembe

besin piramidi mısır da mı lan?

17 Aralık 2010 Cuma






düşeyazdım. keşke düşese yazsaydım ya da düşeş gelseydi. sikeyim.

14 Aralık 2010 Salı

ofiste kus cıvıltısı duymak güzelmiş lan bi gaylik doluyor insanın içi

ps:sercan kuş olsa beslenir ki bu

9 Aralık 2010 Perşembe

hayat dedi oyle garip ki anan sikilmeden sen dogamıyorsun...

herkezzz toplansınnnnn

kim olursa nasıl olursa ve ne olursa olsun herkese soylenebilecek en agır sozu soylemiştir nazım.herkes farklı olmak ister,hiç kimse herkes olmak istemez yine de her sey olmak isterken herkes olmus insanlarla doludur tarihimiz.

insan karsısındaki, karsısında ki statusu ne olursa olsun: ister sevgili, ister arkadas, ister patron egosunu tatmin edebilecek farklı hissettirecek bir aidiyete sahip olmak ister. ve o aidiyet kayboldukca normallesir.

yine de herkes olmaktansa hic olmak secilir/secilmelidir en azından herkesın sıradanlıgı ,hicin yokluga tercih edilmelidir yoklukta bir nevi normsuzluktur

ya duvar kağıtları gider ya ben demiş gider ayak oscar wilde bir duvar ustası ya da bir boyacı, kaprisli bır ev hanımı cumlesı belki ama kimin dediği onemli nasıl ki en guzel sevgi sozcukleri ya da en agır kufurler soyleyen insandan dolayı anlamsızlasırsa, en ufak seyler soyleyene baglı cekilen ızdırap, dostun attıgı gul mısalı acıtmak

baska seylerde demis bu gay daha cok sevdiğim

Bir öğleden sonra, Cafe de la Paix'de oturmuş, Paris hayatının muhteşemliğini ve sefaletini seyrediyor ve bir yandan içkimi içerken, karşımdaki gurur ve yoksulluğun tuhaf karışımlı manzarasına bakıyordum ki, birinin bana seslendiğini duydum. Dönüp bakınca Lord Murchison'u gördüm. Üniversiteden bu yana, neredeyse 10 yıldır görüşmemiştik, ona tekrar rastladığıma sevinmiştim, içtenlikle el sıkıştık. Oxford'dayken çok iyi dosttuk, onu çok severdim, çok yakışıklı, asil, vakurdu. Hepimiz her zaman doğruyu söylemezse, onun çok ünlü biri olacağını düşünürdük ama gerçekten de onun açık sözlülüğüne hayrandık, onu epey değişmiş buldum, endişeli ve şaşkın gözüküyordu, sanki bir şey hakkında şüpheler içindeymiş gibiydi, bunun çağdaş şüphecilik olamayacağını hissediyordum çünkü Murchison muhafazakar partinin en büyük destekçilerindendi ve Pentateuch'e Lordlar Kamarası'na inandığı kadar inanırdı. Bu yüzden bunun bir kadın yüzünden olduğu sonucuna vardım ve evlenip evlenmediğini sordum.

"Kadınları yeterince anlamıyorum" diye cevap verdi.
- Azizim Gerald, kadınlar sevmek içindir, anlamak için değil..
- Güvenmediğim birini sevemem.
- Galiba hayatında gizemli bir şeyler var, anlat bana Gerald.
- Burası çok kalabalık, arabaya binelim, hayır, sarı bir araba olmasın, başka bir renk olsun- şuradaki koyu yeşil olanı iyi..
Biraz sonra Madeleine bulvarına doğru gidiyorduk.
- Nereye gidiyoruz? diye sordum.
- Nereyi istersen, Bois'daki lokantaya, orada yemek yeriz, sen de bana neler yaptığını anlatırsın.
- Önce senin anlatmanı bekliyorum, şu esrarengiz şeyi anlat..
Cebinden gümüş kilitli, küçük bir deri kutu çıkardı ve bana verdi, açtım, içinde bir kadın fotoğrafı vardı, uzun boylu, zayıftı, iri gözleri, dağınık saçlarıyla tuhaf bir görünümü vardı, medyuma benziyordu, ve pahalı bir kürk giymişti.
Bu yüz hakkında ne düşünüyorsun? Güvenilir mi? diye sordu.
Resmi dikkatle inceledim, bana sakladığı bir şeyi olan biri gibi gözüktü, ama bu sakladığı şeyin iyi mi, kötü mü olduğunu bilmiyordum, esrarengiz bir güzelliği vardı, dudaklarındaki gülümseme de gerçekten tatlı olmaktan çok uzaktı...
Gerald sabırsızca sordu:
- Eee, ne diyorsun?
- Yas tutan bir Mona Lisa...onun hakkındaki her şeyi anlat bana
"Şimdi değil, yemekten sonra" dedi ve başka şeylerden konuşmaya başladık..
Garson kahvelerimizi ve sigaralarımızı getirince, Gerald'a sözünü hatırlattım, yerinden kalktı, odanın içinde bir aşağı, bir yukarı üç kez yürüdü ve bir koltuğa gömülerek bana aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı:
Bir akşam, saat 5 gibi, Bond caddesinde yürüyordum, arabalar tıkış tıkıştı, trafik neredeyse durmuştu, o kadar kalabalıktı, kaldırımın kenarında üstü açık, küçük, sarı bir otomobil duruyordu, neden bilmiyorum dikkatimi çekti, içinde sana resmini gösterdiğim kadın vardı ve anında beni kendine çekti, bütün gece ve ertesi gün hep onu düşündüm.
Ertesi gün yukarı aşağı o kahrolası caddede gezindim, tüm arabalara baktım ve o sarı otomobili bekledim, fakat isimsiz güzelimi bulamadım, sonunda onun sadece bir hayal olduğunu düşünmeye başladım. Bir hafta kadar sonra Madam de Rastail ile akşam yemeği yiyordum, yemek saat sekizdeydi, fakat sekizbuçukta hala salonda bekliyorduk, sonunda uşak kapıyı açtı ve Lady Alroy'un geldiğini söyledi. Bu aradığım kadındı. Gri danteller içinde, bir ay ışığı gibi, yavaşça içeri girdi, onu masaya benim buyur etmem istendi ki, buna çok sevinmiştim, oturduktan sonra tamamen masumane bir şekilde, "Lady Alroy, birkaç gün önce galiba size Bond caddesinde rastladım" dedim. Yüzü sarardı ve çok yavaş bir sesle bana " lütfen yüksek sesle konuşmayın, duyulabilir" dedi. Bu kadar kötü bir başlangıç yaptığım için kendimi berbat hissettim ve Fransız tiyatro oyunlarından bahsetmeye başladım, kadın çok az ve hep aynı melodik sesle, sanki birisinin duymasından korkuyormuş gibi konuşuyordu, kendimi tutkuyla ve aptalca aşık hissediyordum ayrıca onu çevreleyen, tanımlanamaz esrarlı hava merakımı cezbediyordu. Yemekten hemen sonra gidiyordu ki, onu tekrar görebilecek miyim diye sordum. Bir an tereddüt etti, yanımızda kimse var mı diye göz attı, ve sonra "evet, yarın beşe çeyrek kala" dedi. Madam Rastail'e onu bana anlatmasını rica ettim fakat tüm öğrenebildiğim şey onun Park Lane'de güzel bir evinin olduğu ve dul olduğuydu ve dullar hakkında sıkıcı bilimsel bir tez, evliliklerin ömürlerinden örnekler verilmeye başlayınca eve gittim.
Ertesi gün tam vaktinde Park Lane'e gittim, fakat uşak Lady Arlov'un az önce gittiğini söyledi. Çok mutsuz ve şaşkın bir şekilde klübe gittim ve uzun uzun düşündükten sonra, ona bir mektup yazıp, başka bir öğleden sonra tekrar gelme şansımın olup olmadığını sordum, birkaç gün cevap gelmedi, sonunda Pazar günü saat dörtte evde olacağını bildiren ufak bir mesaj aldım, altında da olağanüstü bir not düşmüştü: "Lütfen tekrar bana yazmayın, gelince size nedenini açıklarım". Pazar günü beni kabul etti, çok çekiciydi, fakat giderken tekrar ona mektup yazarsam, zarfın üzerine "Bayan Knox, Whittaker Kütüphanesi eliyle, Yeşil Cadde," yazmamı rica etti. "Kendi evime mektup yazmanızı istemememin nedenleri var" dedi.
O sezon sıksık gördüm, her zaman üzerinde o gizemli hava vardı, bazen üzerinde bir erkeğin baskısı var diye düşündüm ama o kadar yaklaşılmazdı ki, inanamadım. Herhangi bir sonuca varmak benim için imkansızdı, sanki müzelerdeki tuhaf kristal kürelere benziyordu, bir an berrak, bir an sisli...sonunda ona eşim olup olmayacağını sormaya karar verdim, onu ziyaret ettiğim her seferde, bana yansıttığı esrardan bıkmış, yorulmuştum, kütüphanede ona ertesi Pazartesi saat altıda beni görüp göremeyeceğini yazdım, evet cevabı verdi ve sevinçten havalarda uçuyordum, esrarına rağmen karasevdaya tutulmuştum, sonuç olarak şimdi düşünüyorum da, sevdiğim kadının kendisiydi, esrarı ise beni deli ediyor, üzüyordu. Niye esrarını takip ettim ki?
- O zaman mı anladın? diye bağırdım.
- "Korkarım öyle, sen kendin karar ver" dedi.
Pazartesi geldiğinde amcamla yemeğe gittik ve saat dört gibi, kendimi Marylebone yolunda buldum, biliyorsun amcam Regent's Park'da oturuyor, Piccadilly'ye gitmek istedim ve köhne sokaklardan kestirme bir yol tuttum, birden önümde Lady Arlov'u gördüm, yüzünde tül vardı ve hızlı hızlı yürüyordu. Caddenin sonundaki eve gelince, merdivenleri çıktı, kapının mandalını açtı ve içeri girdi. Kendi kendime "İşte esrar" dedim ve çabucak evi incelemeye koyuldum, kiralık odalarla dolu bir eve benziyordu, kapının eşiğinde mendilini düşürmüştü, aldım ve cebime koydum, sonra ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım ve casusluk yapmaya hakkım olmadığı sonucuna vardım ve klübe geri döndüm. Saat altıda ona uğradım, üzerinde her zaman giydiği gümüş rengi, elbisesi ve tuhaf madalyonuyla kanepede uzanmıştı, çok sevimli görünüyordu, "Seni gördüğüme sevindim, bütün gün dışarı çıkmadım" dedi. Şaşkınlıkla ona baktım ve cebimden mendili çıkartıp ona uzattım, çok sakin bir sesle " Bunu bu öğleden sonra Cumnor sokağında düşürdünüz Lady Alroy, orada ne yapıyordunuz?" dedim.
Bana korkuyla baktı ama mendili almak için bir hareket yapmadı.
- Ne hakla beni sorguya çekiyorsunuz?
- Sizi seven bir erkeğin hakkı olarak! Buraya eşim olmanızı teklif etmek için gelmiştim!
Lady Alroy, yüzünü elleriyle kapattı ve gözyaşlarına boğuldu. "Bana anlatmanız gerekir" diye devam ettim. Ayağa kalktı ve yüzüme bakarak,
" Anlatacak bir şey yok, Lord Murchison." dedi.
- Biriyle buluşmaya gittin! Gizlediğin şey bu?diye bağırdım. O zaman korkunç bembeyaz oldu ve " Kimseyi görmeye gitmedim" dedi. "Gerçeği anlatamaz mısın?" dedim, çılgına dönmüştüm, söyledim dedi. Delirmiştim, çılgına döndüm, ne söylediğimi hatırlamıyorum ama ona çok kötü şeyler söyleyip, sonunda evden çıktım. Ertesi gün bana bir mektup yazdı ama açmadan geri gönderdim ve Alan Colville ile Norveç'e gitmek için hazırlandım. Bir ay sonra döndüm ve Morning Post gazetesinde gördüğüm ilk şey Lady Arlov'un öldüğü haberiydi!
Operaya gittiği bir gün soğuk almış, ciğerleri iltihaplanmış ve birkaç gün içinde ölmüştü. İnzivaya çekildim, kimselerle görüşmedim, onu çok sevmiştim, onu delicesine sevmiştim. Allah'ım o kadını ne kadar çok sevmiştim!..
- O caddedeki eve gittin mi?
- Evet.
Bir gün, Cumnor caddesine gittim, elimde değildi, şüphe içinde kıvranıyordum, kapıyı vurdum, saygıdeğer görünümlü bir kadın açtı, kiralık oda olup olmadığını sordum, odayı kiraya vereceğim fakat leydiyi 3 aydır görmüyorum, yani tutabilirsiniz...
Leydi bu muydu? diyerek fotoğrafı gösterdim. "Evet o, ne zaman dönecek beyefendi? " dedi. Leydi'nin öldü diye cevap verdim.
- Ah, olamaz! Olmasın! en iyi kiracımdı, sadece odada oturmak için haftada 3 gine verirdi..
- Burada birisiyle mi buluşurdu? Dedim. Ama
Kadın buluşmadığını konusunda beni temin etti, hep yalnız başına gelirmiş, kimseyi görmemiş.
- Peki burada ne yapıyordu? diye bağırdım.
- Sadece salonda oturur, kitap okur, bazen de çay içerdi...
Ne diyeceğimi bilemedim ona bir altın lira verdim ve gittim. Şimdi tüm bunlara ne diyorsun? Kadının doğru söylediğine inanmıyor musun?
- İnanıyorum.
- O zaman Lady Alroy o eve niye gidiyordu?
- Azizim Gerald, Lady Alroy sadece esrarengiz biri olma takıntısına sahip bir kadındı, yüzünde tülle oraya gitmekle, kendisini bir roman kahramanı gibi hissediyordu, esrarengiz şeylere tutkusu vardı, odayı o yüzden kiraladı, aslında esrarengiz olmayan bir Sfenks'di..
- Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?
- Eminim.
Gerald, deri çantayı aldı, açtı ve kadının resmine baktı ve sonra
- Acaba?... dedi.

neyse sonuc bizim evde duvarlar saten perdelerde store
azıcık duvar kağıdı olsa kolaydı aslında olmadığına gore
ya ben ya ben

hayatım

season 25 episode 3

8 Aralık 2010 Çarşamba

düz yaşayamadım hiç
yine akşamdan kalmayım
dünyam dönüyor

galileo galilei

6 Aralık 2010 Pazartesi

önü kapalı çarşı;
arkası mısır çarşısı.
milfler mi gençleşti
biz mi yaşlanıyoruz ???
bu sehrin havası suyu insanı trafiği her seyi orospu
biz de onun cocukları

5 Aralık 2010 Pazar

güzelim pazarın içine yağmur yağması

4 Aralık 2010 Cumartesi

hazırlıklara başlayın

geçen gün kafama kuş sıçtı. 2 defa hemde üst üste. gittim 2 tane piyango bileti aldım hemen. bu sene garanti tutturuyorum olm. ev bakmaya başlayın. triplex falan olsun aq.

2 Aralık 2010 Perşembe

sp

senin adında hic kimseyi tanımıyorum dedi bu dudaklar
oysa
senin tadında hic kimseyi tanımadı bu dudaklar

off the record

kayıtdışıdır her sey ask sevgi nefret ve sevişmek insana ait tum duygular ifsa edilmemelidir asla... bazı seylerin acıga cıkması bazı insanları gucsuzlestirirken bazıları guclendigini hisseder ama guc hıc bir zaman baskaları karsısında ki konumun değildir bir zamanlar oldugun senle simdi ki sen arasında bulunan farktır sanki
gizli kalmamalıdır hıc bır sey
belki
hayat kapalı kapılar ardında yasamayı bırak beyin hucrelerimin yarı gecırgen halinı bile kabullenemeyen kafamın icinde buldugum seffaflık
bazı asklar biteceğini bildigin icin vardır ve bazıları sırf bitmesi icin bile yasamaya deger..


Ve boyledir işte birbirimizin hic bir seyi olmayacagız derken herseyi olursun her seyi olacagız dediginde de bir bakarsın hic kimse hic bir sey hic bir sekilde hic bir sik olmamısken hıc olmussundur.

kayıtdısı'da/ha guzeldir hayat
-uzayda hayat var mı ?
-dunya nerede yarragım

azrail

gelince sen caldır
ben cıkarım

ruh

mahserin 4 tatlısı

kazandibi-kunefe-kaymaklı ekmek kadayıfı-keşkul

yaşasın elma

yerin bizi çekmek istediği kadar ağırız

severler guzeli gencuse

Yaklaşık olarak 1400 yıl önce Hint İmparatoru satranç oyununu yanında bir hediye ile İran Şahı’na gönderir. İmparator oyunla ilgili hiçbir kuralı, ipucu vs. yazmaz ancak şöyle bir mesaj vardır;

kim daha çok düşünüyor,
kim daha iyi biliyor,
kim daha ileriyi görüyorsa, o kazanır.
işte hayat budur.

İran Şahı dönemin ünlü alimlerinden Büzur Mezir’e satrancı göndererek oyunu çözmesini ve Hint İmparatoru’na göndermek üzere yeni bir oyun icat etmesini emreder. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra her taş hareketini ve oyunu çözer. Haftalarca düşündükten sonra 10 gün içerisinde tavlayı icat eder. Hint İmparatoru’na tavla ile birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır;

Evet, kim daha çok düşünüyor,
kim daha iyi biliyor
kim daha ileriyi görüyorsa, o kazanır.
ama biraz da şanstır.
işte hayat budur.

Tavlada karşılıklı 6 hane 12 ayı, 15 siyah ve 15 beyaz pul bir ay içindeki 15 gece ve gündüzü ve yine karşılıklı 12 hane ise günün 24 saatini temsil eder.
Kötü yola düşmüş gecelerden geliyorum.
Kusura bakma gözlerim biraz kirli...

ey iman edenler

Naber ?

behzat ç.

ne diim bilemedim
talihli ve yedek talihli arasında bir yerde hissediyorum kendimi,

1 Aralık 2010 Çarşamba

kurban bayramından sonra etrafa baktığımda kratos gibi hissettim.

şimdi çekilin ayağımın altından

lost, fringe, the event

yeter lan uçak düşürdüğünüz orospu çocukları