31 Temmuz 2010 Cumartesi




Gediktepe baskınını hatırlıyorsunuz, değil mi?

Hani genç askerler ölmüştü de Başbakan ile Genelkurmay Başkanı çocukların öldüğü mevzileri ziyaret etmişlerdi.

Genelkurmay, bölgeden sorumlu olan tümenin komutanının “kahramanlığını” geçtiğimiz Cuma günü ballandıra ballandıra anlatmıştı.

Onca komutan arasından övmek için Gediktepe bölgesinden sorumlu olan komutanı seçmişlerdi.


Bugün bir faks yayınlıyoruz.

Terörle Mücadele Müdürlüğü’nden Şemdinli Jandarma Komutanlığı’na çekilmiş.

Polis istihbaratı, PKK’nın baskın yapacağı taburu, hatta mevzileri bile bildirmiş.

Sadece, polisin söylediği baskın saatinden “otuz saat” sonra gerçekleşmiş baskın.

Ve, tam da polisin bildirdiği yer basılmış.

Böyle bir “istihbarat” alan bir birlik “baskına” uğrar mı?

“Baskın” denen şey “habersiz”, aniden yapılır.

Böyle üç gün önceden gelen istihbarat raporuna rağmen bir tabur nasıl baskına uğrar?

Nasıl olur da orada on bir asker ölür?

Nasıl olur da “basılacak” olan taburun karşısındaki tepelere PKK katırla 150 kiloluk ağır silahlar çıkartabilir?

Bu, komutanların “geleceğini bile bile” yedikleri kaçıncı baskın?



Genelkurmay bu konularda ya saçma sapan suçlamalar yapıyor bu haberleri veren bizim gazeteyle ilgili, ya da hiç ağzını açmıyor.

Ama konuşması gerekiyor.

Siz nasıl bir ordusunuz?

Nasıl komutanlarsınız?

Niye her seferinde baskının geldiğini bildiğiniz halde askerleri korumak için bir önlem almıyorsunuz?

Amacınız ne?

Hesabınız ne?


Böyle her baskından sonra zavallı askerlerin cenazeleri evlerine büyük törenlerle gönderiliyor, medya PKK’yı lanetleyen haberler yapıyor, Türkler’de PKK düşmanlığı adı altında Kürt düşmanlığı pekişiyor ve ülke kutuplara ayrılıyor.

Bugün, ülkenin kenarına gelmiş gibi gözüktüğü “iç savaşın” alt yapısını bu baskınlar ve bu baskınlarda kurban edilen çocuklar hazırlıyor.

Eğer ordu gerçek bir ordu gibi davransa, istihbaratı ele geçirdikten sonra “caydırıcı” önlemler alsa, PKK baskın yapmaktan vazgeçer, çekilir, çatışma olmaz, çocuklar ölmez ve ülke bu kadar gerilmez.

Niye yapmıyorsunuz görevinizi?

Niye çocukları ölüme bırakıyorsunuz?

Neden ülkeyi bir iç savaş iklimine sokuyorsunuz?

Eğer bu yapılanlar ordunun “ortak kararıyla” gerçekleşmiyorsa, o zaman neden “hatalı” komutanı görevinden almıyor, halka bu “hatayı” açıklamıyorsunuz?

Neden tam aksine davranıyorsunuz.

Dağlıca’da bile bile baskın yiyen komutana madalya veriyorsunuz, Gediktepe’de bile bile baskın yiyen komutanı basın toplantılarıyla övüyorsunuz.

Neden “baskın” yiyen komutanlar sizin için bu kadar kıymetli?

İnegöl’de, Dörtyol’da kabaran düşmanlık bu baskınların üstünde yükseliyor.

BDP’li Kürt yöneticilerin bir kısmı da bu “gerginliği” alabildiğine körüklemeye uğraşıyor, bir çatışma çıkacağını bile bile yüz arabalık konvoylarla Hatay’a gitmeye kalkıyorlar.

Orada saldırıya uğrayan Kürtlere güven verecek bir “politik heyet” göndermek yerine, yüz arabalık bir grup göndermenin anlamı ne?

Allahtan BDP’nin başkanı Selahattin Demirtaş müdahale etmiş de konvoy geri dönmüş.

Kalabalık Kürt ve Türk grupları karşı karşıya gelmemiş.


Bir facia önlenmiş.

Bugün insanları “yaşatmak” için değil “öldürmek” için hareketlenmiş birileri var iki yanda da.

Ve, bu ölümlerin bir salgın gibi bütün ülkeye yayılmasını istiyorlar.

Ölümlerin “salgın” haline gelmesini isteyen Türklerle Kürtler varsa, insanların yaşamasını sağlamak isteyen Kürtlerle Türkler de var.

Hep birlikte hesap sorarsak bu kanlı oyunu bozarız.

Türkler orduya sorsun, “bu baskınları neden önlemiyorsun” diye.

Kürtler de kendi politikacılarına sorsun, “gerginliği kışkırtarak özellikle Batı’da yaşayan Kürtleri neden tehlikeye atıyorsunuz” diye.

Öldürmek isteyenlere karşı “yaşatmak” isteyenler harekete geçmeli.

Soru sormalıyız.
Aksi takdirde, kanlı bir bela çarpacak bu ülkeye.

Hiç yorum yok: